İnsan denizin sathında yürümeyi beceremez. Kuşlar gibi o daldan bu dala, o çatıdan bu çatıya uçarak konamaz. Balıklar gibi suyun altında nefes almayı beceremez. Bir tazı hızında koşma becerisinden mahrumdur. Avucunda bir kor parçasını yanmadan taşımaktan acizdir. Bir saat hiç nefes almadan yaşama kudretinden mahrumdur.
Bırakın suyu, suyun içindeki potasyum minerali olmadan hayatını idame edemez. Potasyuma muhtaç olacak kadar da fakir mi fakirdir.
Denizin sathında yürüyemiyor, kuşlar gibi uçamıyor, nefes almadan yaşayamıyorum demek ki salağın, aptalın, geri zekalının biriyim, ne kadar da acizim, güçsüzüm, dünyanın en beceriksiz kişisiyim, diye üzülen birini gördünüz mü hiç?. Bunlar için bırakın üzülmeyi bunları dile getirmek bile kimsenin aklının ucundan geçmez. Çünkü, zımni bir şekilde bu türden acizlikleri, yetersizlikleri, beceriksizlikleri kabul etmiş, benimsemiştir insanoğlu. Bu türden zayıflıklara, acizliklere varoluşsal acizlik diyelim.
Varoluşsal acizliğin en uç noktası ölümdür. Dünya yüzeyinde kimse ölümden kaçamamıştır. Her insan ölümün önünde boyun eğmiş, beli bükülmüştür. Kimse hakkında, ''Aaa şuna bak, ben de onu bir şey zannetmiştim, aciz, yetersizin biri çıktı, öldü gitti, ölümüne engel olamadı,'' demeyiz, diyemeyiz. Böyle diyen birini görsek de, aklından kuşku duyarız.
İnsanın en büyük korkularından biri de kişiliğinin yetersiz olduğunu addetmesidir. Kişiliğinin yetersiz olduğunu hissetmek kadar insanı kokuya salan bir şey yoktur dense yeridir. İnsan kişiliğinin yeterli biri olup olmadığını anlamak için kendini tartar, ölçer biçer, değerlendirir, hatta bunu takıntı yapanlar sürekli kendilerini müşahede altında bile tutabilir. Bazen açık açık bazen dolaylı yoldan başkalarına sorar kendini.
İnsanın kendini anlamaya çalışmasına müteallik kendini ölçüp biçmesinde sorun yoktur. Sorun adil olmayan ölçülerle bunu yapmakta yatar. Adil olmayan ölçülerin başında ise kanaatimce varoluşsal acizlik, yetersizlik halimizle kişiliğin yetersizliğini birbirine karıştırmak geliyor. Aslında insanın varoluşsal acizliğinden kaynaklanan birçok acizlik halleri kişilik özelliğinin göstergesi olarak değerlendirilmeye tabi tutulur. Kişiler bu yanlış verilerle kişiliklerini aciz, yetersiz hissetmeye başlar. Bu hissediş onlara acı verir, kendileriyle arasına kara kedi gibi girer. Bu yanlış hüküm kişinin enerjisini emer, boş yere tüketir. İşin ilginci insanın kendine haksızlık ederek hakkında vardığı bu vehmi bakış açısı onu tam da arzu etmediği kişiye doğru iter. Yetersiz biri olmadığı halde sırf yetersiz diye kendini addettiği için yetersizmiş gibi davranmaya başlar.
Günlük hayatta yaşadığımız birçok yetersizlik hali aslında varoluşsal yetersizliğimizin, acizliğimin bir tezahürü olduğu halde neden böyle algılamıyoruz? Muhtemel sebeplerden biri, acizliğin, yetersizliğin kötülenmesidir. Dolaşımda olan global kültür insandan her daim başarmasını, her şeyin üstesinden gelmesini talep etmekten, alttan alta acizliği ve yetersizliği kötülemektedir. Kişiler de hayatın içinde acizlik ve yetersizlik yaşadıklarında başlarına büyük bir felaket gelmişçesine telaşlanmakta, bu hallerin varoluşsal acizlik olabileceğinin ayırdına varmadan acilen bir yargıya varmaktadırlar: ''Aciz, beceriksiz salağın tekiyim.''
Varoluşsal acizlik bizi biz yapan şeyse ondan kaçmakta insanın kendinden kaçışı, kendinden uzaklaşmadır. Kendinden uzaklaşan da gitgide kendine yabancılaşır. Kendine yabancılaşan da başka kendiliklerin peşine düşer. Kendi olmayan bir varoluşun ne hükmü kalır ki?
Kendimizden kaçmaya gerek yok. Hepimiz ölüyoruz. Hiç birimiz ama hiç birimiz, ölümü öldüremiyor. Hepimiz aciziz. Her şey aciz. Mutlak Varlık dışında. Allah'tan böyleyiz. Bir de böyle olmasaydı dünyanın hali nice olurdu, bir düşünsenize.