Hayır, hayat başka bir şey.
Senin arzu ettiğinden, umduğundan, hayal ettiğinden çok başka bir şey, ey nefs.
Başka mühürler vurulmuş dünyanın alnına.
Yanılsamaların en kötüsüne yakalanmışsın sen.
Gözünü kapayıp kendine gece yapmışsın.
Daha ne olduğunu doğru dürüst tarif edemediğin, daha doğrusu yalan yanlış tarif ettiğin bu dünya hayatında, elbette çuvallarsın.
Kaç yıldır bir aldanışın kapanına kısılmışsın, sonra da daralıyorum, boğuluyorum diyorsun.
Dünya'nın sana bir şey yaptığı yok halbuki.
Yanlış yerinden yakaladığın dünya hayatını elinde tutmaya çabalıyorsun.
Kendini boğan sensin yani. Ellerin boğazını sıkıp duruyor da haberin yok.
Hayatı tanımazsan, onun doğru tarifini yapmazsan, iki adım atar, tökezler ve yere kapaklanırsın.
Yalan mı?
Bir bak müddet-i ömrüne.
Kaç kez kapaklandın beton zeminlere.
Doğru tarif etmediğin, hiç tanımadığın hayat sana geçit vermez. Şose sanıp da dağ yolunda önüne çıkan kayaların arasında sıkışıp kalmış acemi yolcuyu andırıyorsun bu yüzden.
Peki bu dünya hayatı ne mi?
Bana sorma.
Ben de senin gibi bir hayat acemisiyim.
Ama meraklanma.
Senin adına, bizim adımıza Kur'ana sormuş bir adamın, şahane bir adamın kitabını okurken rastladım geçenlerde.
Biliyorsun kim olduğunu. Zamanın Bedii.
Bizi uykularımızdan uyandırır o biliyorsun.
Bizi bizden daha çok düşünür, merak eder, dert eder.
Okur okumaz çarpıldım, benim kolum kanadım kırıldı. Seni ise bilmiyorum ne yaparsın.
Bir ders alır mısın almaz mısın, bir fikrim yok.
Dersini alsan iyi olacak amma velakin.
Aslını bilmek istersen, kim bilir kaçıncı okuyuşumdu.
Hatta hafızama bile nakşolmuştu.
Ama, nasip işte.
Her şeyin bir zamanı var, gördüğün gibi.
İnsanın bildiği şeyi yeniden bildiği, daha yakinen bildiği zamanların da zamanı var.
Öyle, karmaşık tarifler de bekleme.
Baştan söyleyeyim de düş kırıklığına uğrama.
Basit, çok basit, yalın dünya hayatı tarifleri bunlar.
Dikkatin bendeyse, söylüyorum.
''Şu dâr-ı dünya, meydan-ı imtihandır ve dâr-ı hizmettir. Lezzet ve ücret ve mükâfat yeri değildir. Madem dâr-ı hizmettir ve mahall-i ubudiyettir.''
Pek hoşlanacağın bir dünya tarifi değil, farkındayım. Baksana, bu dünya denilen yanar döner alemin, lezzet yeri olmadığını duyunca kaşların çatıldı, yüzün limon yemiş gibi ekşidi. Boğazına kılçık batmış gibi durma öyle.
Bu hakikati iyice aklına sok. Hakikatin yüzü ekşi gelse de buna kanmayanlara bir süre sonra barındırdığı lezzeti de sunar inan.
Bu dünyada var olma amacı lezzet almak değil.
Ne diyordu Zamanın Bedii. '' ..dünyevî bir lezzette çok elemler var. Bir üzüm tanesini yedirir, on tokat vurur gibi, hayatın lezzetini kaçırır.''
Bunun en canlı şahidi sensin, bana bakıp durma öyle.
Neymiş ey nefs, bu dünya ücret ve mükâfat yeri değilmiş.
Boşuna ücret ve mükâfat için bekleyip durmayacakmışız. Yoksa daha çok beklermişiz. Godot'u bekler gibi.
Başka?
Dâr-ı hizmetmiş bu dünya.
Başka?
Başka da, imtihan meydanıymış.
Ubudiyet mahalliymiş.
Bütün işimiz gücümüz, çalışıp çabalamalarımız ubudiyet niteliği taşımıyorsa ey nefs, halimiz harap.
Ne ben seni memnun edebilirim ne de sen beni.
Neden biliyor musun?
''Buradaki a'mâl ve hizmetlerin ücretleri berzahta ve âhirettedir. Buradaki a'mâl berzahta ve âhirette meyve verir.''
Gel, ne kendini yor ne de beni.
Burada ubudiyet hizmetimizi elimizden geldiğince yapalım, ama bu ubudiyetin neticelerini, meyvelerini bu dünyada elde etmeyi unutalım.
Şurada ne kaldı yahu?
Dünyaya biz mi kazık çakacağız.
Sayılı gün çabuk geçer.
Bir bakmışsın, berzah alemindeyiz.
İşte, burada vazifelerimizi güzelce yaparsak, orada bizim için güzel günler başlar ancak.
Tamam mı?